“Abim gene yurtdışında yaaaa, anca facebooktan öğreniyorum nerede olduğunu.” Oturduğumuz süre zarfında belki de onuncu kez abisinden bahsedişiydi bu, bunun dışında gene abisinin ona verdiği blackberry’si ve abisinin aldığı playstation dan başka bir şeyden de bahsetmemişti, araya sıkıştırdığım bir kaç espriyle gülsek de ben çok sıkılmıştım. Zaten zorlama bir şekilde başlayan ilişkimiz iyice tırt bir hal almıştı. O konuşuyor ben dinliyordum. Anladığını düşündüğü futbol konusunda muhabbetleri ise orta 1 seviyesindeydi. Kendince bir erkeğin aradığı her şey onda vardı. Playstation oynaması, kurumsal bir şirkette çalışması, abisiyle de olsa ayrı bir evde yaşaması günümüz erkekleri açısından aranan özelliklerdi ama bu onunla oturduğumuzda yaşadığım sıkıntıyı gidermiyordu, benim için o çalıştığı kurumsal şirkette asgari maaş alan ve çevresine özenen günümüzün bir plaza kadınıydı.
Birkaç hafta önceki doğum gününde alkollü olduğumuzdan yaşadığımız ufak çaplı yakınlaşma beni şu anda onunla bir ilişki haline sokmuştu, bir şeyleri zamana bırakmış aceleci davranmak istemeyen beni ise bu son buluşma; ocakta yemeğim var gitsem iyi olacak durumuna sokmuştu bile.
Olaya biraz olsun müdahele etmek isteyen ben bir anda muhabbeti klişede olsa ilişkiler konusuna getirmiştim. İlişkiler konusu insanların belki de atıp tutmaya en müsait oldukları andır herkes dizilerde filmlerde gördükleri karakterler gibi portreler çizmekte özgürdür sanırım, O da öyle yapmaktaydı. “Rahat olmalı karşımdaki, birazda deli olmalı her an her şeyi yapabilmeli” diyordu plaza kadını, en uzun çıktığı insanın böyle olduğunu ama onu sorumluluk sahibi yapmak için çok uğraştığını bunu yapamayınca da ondan ayrıldığını söylüyordu bunu söylerken acayip bir gurur yaşamıştı, halbuki ben O’nun 3 hafta önce bu çocuktan ayrıldığındaki salya sümük halini gözümün önünden atamamıştım.
Böyle bayık geçen muhabbet bacaklarımızın birbirine değmesiyle beraber bende oluşan muzip bir mimikle dağılmıştı. “bacakların ne kadar da inceymiş” lafımla acayip keyif almıştı. Tam bu sırada karşımdaki plaza kadınının ufak çaplı deliliklerden hoşlandığını bildiğimden karşı karşıya oturduğumuz yuvarlak masanın altından elimi hafifçe ayak bileklerine doğru götürdüm. “Ne yapıyorsun herkesin içinde?” lafıyla bir an donakaldım bacaklarını bir anda benden çekmiş sonrada hafifçe gülerek hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. O an deliliklerden ve çılgın bir hayat tarzından hoşlandığını söyleyen bu kadın bir anda muhafazakar bir kız havasına girmişti. Büründüğü rahat kadın imajı ilk dokunuşta paramparça olmuştu kısacası yeterince iyi oynayamamıştı. O ana kadarki sıkıntım bu olaydan sonra iyice doruğa çıkmıştı, hemen gitmeliydim hesabı bir çırpıda ödedikten sonra yürümeye başladık “beni taksiyle eve bırakırsın dimi canım?” sorusuyla daha bir sinir olmuştum (harcadığı paranın kuruşu kuruşuna hesabını yapan insanların ufak çaplı lükse düşkünlüğü beni her zaman sinir etmiştir)
Taksiyle onu yürüyerek gidilebilecek mesafede olan evine bıraktıktan sonra kafamda ona karşı oluşan en ufak sevgi kırıntısı da bitmişti. Minibüse bindikten sonra müzik çalarda bir an 90 ların meşhur sesi Hazal’ın “Elden yar olmaz” şarkısı çalıyordu. O gün; 90 lar ve sonraki on küsür yılda bir türlü tutunamamış Hazal’ın günüydü çünkü haklıydı elden yar olmamıştı…