21 Haziran 2010 Pazartesi

Progressive gece öyküleri 2: Harem-Gebze minibüsünde kaybettim seni

New York Knicks takımına her zaman büyük bir sempati duymuşumdur. Şehrin büyüsü, takımın her zaman savunmasıyla ön planda olması ve defalarca Jordan tarafından tecavüze uğramasıyla, Türk Halkının içinde olan mazluma sevgi duyma düşüncesinin gereği olarak benim bu takıma bakışım her zaman pozitif olmuştur. Son yıllarda takımın durumu Demirören’in Beşiktaş’ından 
beter de olsa benim için Knicks’in yeri her zaman ayrıdır.


Gene bir okul çıkışı ve metrobüs sonrası klasik “Harem-Gebze” minibüs turu öncesi son hazırlıklarımı tamamlamıştım son anda durduğum minibüsün arkasındaki New York Knicks flaması ise benim o anki minibüse bakış açımı Adriana Lima’ya olan bakış açıma benzetmişti. Şansıma bütün geveze amcaların ve teyzelerin en çok sevdiği yer olan şoför yanı da boştu, Bir ceylan gibi hızlı bir manevrayla hemen öne geçtim.


Minibüsün içi bir garipti, tepede yazan “hayat bizi 61 kenara” yazısı şoförün Trabzonlu olduğunu gözüme sokmuştu, minibüsüyle her 61 km deki hızında gösterdiği çoşkuyu tahmin ediyordum. Mesafem oldukça kısa olduğundan şoförle hemen muhabbete geçmeliydim. “abi flama ne güzelmiş ne olacak bu New York Knicks’in hali?” adlı yaratıcı!!! soruma öküz gibi bakarak “heaa bayrak mı, i.ne Harem-Gebzeciler arabayı biraz dolu görünce basıyorlar kornayı, arkadan arabayı görmesinler diye taktım bunu” cevabıyla ilk şoku yaşamıştım. “abi bu takımı biliyor musun?” soruma ise “bana ne a... koyim cebime paramı koyuyorlar sen hangi hangi takımlısın” sorusuyla karşılık verince olanca sinirimle “milli takımlıyım abi” cevabını verip yolculuk sonuna kadar susmaya karar vermiştim. Şoförün birkaç küfürlü korna çalışları eşliğinde durağıma gelip indiğimde içimdeki öfke büyüktü “başka flama bulamadın mı i.ne” düşünceleriyle eve doğru yürüdüm.


Eve gelir gelmez zamanında bayağı bir para saydığım New York Knicks eşofmanımı giyip televizyonu açtım, günün 2.şokunu orda yaşamıştım Knicks ligin b.ktan takımarından Pacers karşısında evinde 24 sayı farkla son dakikalara giriyordu. Ligdeki en antipatik oyuncu olan bücür Nate Robinson’u ise taraftarlar attığı ballı bir sayıdan sonra bağrına basıyordu. Taraftar biraz olsun Türk kültürü görse “Robinson 3 lü çektir Madison Square’ye” diye bağrıcaklardı. Bizim Nate ise rapçi havalarında gülücükler saçarak umursamazca şut atıp takımını satmaya devam etmekteydi. Kazmalığı dışında hiçbir özelliği olmayan ve takımın şu uzun sıkıntısının 1 numaralı sorumlusu, Ed Curry’de çok pahalı olduğu belli olan takım elbisesiyle oturuyor ve ağzında sakız blackberry’siyle konuşuyordu. 24 sayı farkla geride olan Knicks için sanki bu skor onlara Şükrü Saraçoğlu’nda finali getirecek bir skordu ama değildi işte ligdeki üst üste 8. mağlubiyetiydi. O an ani bir sinirle TV yi kapadım, hemen bir sigara yaktım genelde bu tip bir durumda “seviyorum lan bu i.neleri” diyen bu bünyenin aklında tek bir şey vardı tıpkı o minibüsçü gibi bana hiçbir şey vermeyen bu takım artık benim de s.kimde olmayacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder